16 Mayıs 2008 Cuma

2008-29 BİR 'BİLİM' ADAMI - 09.04.2008


12 Eylül 1980 Darbesi, yol açtığı onca kötülüğün yanı sıra yeni bir ‘bilim insanı’ tipinin yetişmesine de elverişli bir zemin hazırladı.

Bu ‘bilim insanları’ halen 40’lı yaşlarını sürüyorlar. Belirgin ortak özellikleri eğitimlerinin Anglo-Sakson ağırlıklı olması ve iyi derecede İngilizce bilmeleri. Dünyayı genellikle İngilizce izliyorlar ve okuduklarına, uzun boylu sorgulamaksızın, inanıyorlar. Yüksek öğrenimlerini 1980 sonrası koşullarında tamamlamış olmalarının düşünce tembelliklerinde önemli bir payı var. Bir bilim insanının en olmaması gereken davranış biçimlerinden birini seçip ya ‘inanç bağnazı’ ya da her inancı yadsıyan ‘nihilist’ oluyorlar.

Hikmet Çetinkaya dostumun 5 nisan tarihli ‘Laikçi Şebeke Ne Demek?’ başlıklı yazısını okuduktan sonra arşivde Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi ve Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan’ın yazılarına göz attım. 1964 Şarkışla doğumlu Kaplan, sözünü ettiğim yeni ‘bilim insanı’ tipinin bir örneği. Yüksek öğrenimini 1986 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi’nde tamamladıktan sonra yüksek lisans ve doktora yapmak üzere İngiltere’ye gitmiş, doktorasını 1992 yılında vermiş. Yıldızı laiklerle hiç bağdaşmamış inançlı bir Müslüman; laiklik karşıtlığı kendisinde giderek bir takıntıya dönüşmüş.

***

“Türkiye'de gerçek iktidar, bürokrasiyi, teknokrasiyi, güç ve çıkar odaklarını tam anlamıyla kontrol eden kahir ekseriyeti gayr-ı Türk ve gayr-ı Müslim unsurlardan oluşan görünmeyen laikçi ‘şebeke’ ile laikçi ulusalcılardır,” diyor. Ona göre, “1908 komitacı darbesinden bu yana, büyük ölçüde gayr-ı Türk ve gayr-ı Müslim unsurlardan oluşan laikçi ‘şebeke’ ile 28 Şubat'tan itibaren ‘küresel terör tehdidi’ numarasının aynı İslâm-karşıtı stratejileri, ‘irtica tehdidi’, ‘ılımlı İslâm tehlikesi’ gibi ötekileştirmelerle/şeytanlaştırmalarla Türkiye içinde benimseyen, laikçi şebeke ile ulusalcılar, Türkiye'nin görünmeyen ama gerçek iktidarlarıdır. Laikçi güç ve çıkar odakları, kendilerinin sözcülüğünü ve gözcülüğünü yapan merkez medya'yı kontrol etmektedir. O yüzden, Türkiye, kolaylıkla karıştırılabilmekte, Türkiye'de kolaylıkla gerilimler, kaoslar, yapay çatışmalar icat edilebilmektedir.” (Yeni Şafak, 31 mart 2008)

Yusuf Kaplan’daki bu ‘şebeke takıntısı’ kendisini, insanın mantığını zorlayan, akla hayale gelmeyecek yargılara götürüyor. “Yüzyılın başlarında Osmanlı'da iktidarı ele geçirten gayr-ı Türk ve gayr-ı Müslim ‘şebeke’ Türkiye’yi medeniyet iddiasından vazgeçiren bir projeyi uygulamaya sokarak, önce kurumları, sonra da Türk toplumunu İslâm'dan uzaklaştıracak dünyanın hiç bir yerinde görülmeyecek bir azman bir sekülerleşme politikasını Türk toplumuna dayatmaya çalışmaktadır. Bu ‘şebeke’ Atatürk’ü Dolmabahçe'de bağırta çağırta öldürtmüş, Türkiye’deki güç ve çıkar odaklarını ele geçirebilecek kadar güçlenmiş ve sonunda Menderes’i idam ettirmiş, Özal’ı yok ettirmiştir; şimdi ise, Erbakan’ı süründürtmekte, Erdoğan’ın burnundan getirmeye çalışmaktadır.” (Yeni Şafak, 7 nisan 2008)

***

Yusuf Kaplan’a göre Türkiye’nin düşmanları belli! Bu ülkede yaşayan, bu ülkenin yurttaşları olan ‘gayr-ı Türkler’, yani Kürtler, Ermeniler, Yahudiler, Rumlar, Araplar ile ‘gayr-ı Müslimler’, yani Musevi, Ortodoks, Gregoryen, Katolik, Protestan, Süryani, Keldani, Yezidi ve dinsiz yurttaşlarımız… Ve ‘ulusalcılar’, yani ‘milliciler’, yani Türkiye’ye tüm değerleriyle sahip çıkan yurtseverler…

“Küresel sistem tarafından kontrol edilen bu gayr-ı Türk ve gayr-ı Müslim şebeke şu an Türkiye'de medyaya, ekonomiye ve diğer güç aygıtlarına hâkim durumdadır ve Türkiye'yi hallaç pamuğu gibi savurmaktadır. “ (Yeni Şafak, 7 nisan 2008) Yazılarından özbeöz Türk/saf Müslüman olduğu anlaşılan ‘bilim adamımız’, “Türkiye, bu şirret şebekeden yakasını ve her şeyini kurtaramadığı sürece rahat yüzü görmeyecektir,” diyor fakat bu kurtarma operasyonunun nasıl gerçekleşeceği konusunda bir şey söylemiyor. Bunu ancak kafamızda canlandırabiliyoruz. O zaman da kendimize, bu İslamcı-Faşist ‘bilim adamlarından’ bizi kim koruyacak, diye sormadan edemiyoruz, haklı olarak.

Yusuf Kaplan bir Fettullah Gülen hayranı. “Bediüzzaman’ın, Süleyman Hilmi Tunahan’ın, Esat Coşan Hoca’nın, Erbakan’ın yaşadıkları sıkıntıları düşünün ve Fethullah Hoca'nın çifte kısacı yarmak için ne denli büyük düşündüğünü, ne denli ağır bir yük yüklendiğini fark edeceksiniz,” diyor. İyi de acaba Hocaefendi, provokatörlerin cami kapılarına bomba bıraktıkları bu gerilimli günlerde bu tip ‘bilim adamları’ hakkında neler düşünüyor?

Bunu herhalde öğrenemeyeceğiz.


Hiç yorum yok: