15 Haziran 2008 Pazar

2008-48 DÜZEYSİZLİKLER, AHMAKLIKLAR - 15.06.2008

Bizim tartışma kültürümüz karşımızdakini ‘yok etme’ anlayışı üzerine kurulmuş. Taraflar, hangi konuda olursa olsun, tartışmaya, karşısındakinin düşüncesinin daha başında değersiz, boş, yok sayılmayı hak ettiği önyargısıyla başlıyorlar. Uzlaşma, peşinen bir zafiyet olarak anlaşıldığından hiç kimse kendi kafasındakinden farklı düşünceleri değil benimsemek, dinlemek bile istemiyor. Oysa ‘bir ben bilirim’, ‘tek doğru benim doğrumdur’ yaklaşımı insanî zaafların en zararlılarından biri olduğu kadar, aynı zamanda insanda bastırılmış aşağılık duygularının dışavurumudur.

Haftalardır siyasette olsun, medyada olsun düzeysizliğin en sefil örnekleri sergileniyor. Düzeysizliği, mahalle kabadayılığını, saldırganlığı ‘politika yapmak’ sanan siyasetçileri anlayabiliyorum, çünkü onları bulundukları yerlere ortalama okulluluk düzeyleri 3.7 yıl olan kitleler taşımışlar, fakat kimi medya gruplarının iç bulandırıcı düzeysizliklerini anlamakta zorlanıyorum.

Doğrudur, yanlıştır, fakat hiçbir uygar ülkede mahkeme kararları Türkiye’de tanık olduğumuz düzeyde tartışılmaz. Hukuka saldırmak ancak hiçbir zaman hukuka gereksinim duymayacaklarını sanan ahmakların davranışıdır.

Ve ne yazık ki uzunca bir süredir bu ülkeye ahmaklık egemendir.

Nedeni ise oldukça basittir, çünkü Türkiye’de ‘burjuva’ olarak adlandırılan ‘varsıllar sınıfı’, -bir avuç gerçek burjuva dışarıda tutulacak olursa-, devlet eliyle, ihale peşkeşçiliğiyle, hayali ihracatla, döviz kaçakçılığıyla, kaçak inşaatla, rüşvetçilikle, teşvik dolandırıcılığıyla, banka hortumculuğuyla, kıyı yağmasıyla, yerel yönetim yolsuzluklarıyla, Avrupa’da çalışan emekçileri dolandırarak oluşmuş bir zümredir. Pratik zekâlı, fakat zekâlarını kötüye kullanan insanların oluşturduğu bir kalabalıktır.

Belli bir disiplin altına alınamayan pratik zekâ hırsla üst üste binince sonunda kaçınılmaz olarak ahmaklığa dönüşür. Bu dönüşümün ülkemizde de, dünyada da sayısız örnekleri vardır.

Yaşadığımız süreçte bu düzenin karşısında ciddi bir seçeneğin oluşamaması ise bir talihsizlik olmakla birlikte anlaşılabilir bir durumdur.

Toplumda her olgunun kendi karşıtını yaratması diyalektik bir sonuç olduğuna göre yukarıda oluşumunu sıraladığımız olgunun yaratacağı karşıtı doğal olarak ‘amorf/ucube’ bir seçenek olacaktır. Bugün, ‘alternatifsizlik’ dediğimiz şey de içinde bulunduğumuz bu durumun tanımı değil midir?

Hayatın birçok alanında bize yaşatılan düzeysizlikleri, bu düzeysizliklerin taşıyıcısı ahmak politikacıları, besleme medyayı, işyerindeki işçi ölümleriyle alay eden gözü kararmış işverenleri hak edecek ölçüde büyük suçlar işlediğimizi söylersek kendimize haksızlık etmiş oluruz. Tek suçumuz duyduklarımıza, bize anlatılanlara hiç sorgulamadan kanmış olmamızdır.

Politikacılar tarafından, besleme medya tarafından, 12 Mart’ın, 12 Eylül’ün darbecileri tarafından, sürekli kandırıldık, kandırılıyoruz.

Benzetme belki biraz ağır kaçacak ama farkında olmadan koyunlaştırıldık, koyunlaştırılıyoruz.
Beyinlerimiz safsatalarla, hurafelerle dolduruluyor. Cumhuriyetimizin 85 yılda geldiği noktada türban takmayı özgürleşmeyle eş gören, İmam Humeyni’ye âşık genç kızlar, ‘vatanın selametini’ Ermeni asıllı gazetecilere pusu kurmak, Katolik papazları öldürmek, Hıristiyan misyonerleri boğazlamak sanan gençler yetiştiriyoruz.

1 Mayıs Emek ve Dayanışma günlerinde işçilerle dayanışan gençleri tazyikli sulara boğuyor, copluyor, saçlarından tutup yerlerde sürüklüyoruz; tazyikli sulu, biber gazlı, coplu, telekulaklı hayatı ‘demokrasi’, ortaçağ yaşamını ‘özgürleşme’, Amerikan emperyalizmine payandalığı da ‘uygarlaşma’ sanıyoruz.

Düzeysizlikler yeni düzeysizlikler, ahmaklıklar yeni ahmaklıklar üretiyor.

Bir nokta geliyor, insan ne diyeceğini bilemiyor.

Sanırım o noktadayız.