24 Haziran 2008 Salı

2008-51 CUMHURİYET YAZARI OLMANIN AYRICALIĞI - 25.06.2008

Cumhuriyet’te yayımlanan ilk yazım, ‘Susma, Sustukça Sıra Sana Gelecek!’ başlığını taşıyordu. Çocukluğumdan beri gün sektirmeden okuduğum, ailemizin vazgeçilmezi olan bir gazetede yazımı basılmış görmek hayatımın en büyük mutluluklarından biri oldu. Ne daha önce iki yıl kadar Milliyet’in Avrupa baskılarındaki köşe yazarlığım, ne de günlük Aydınlık Gazetesi’nde yayımlanan haftalık yazılarım beni Cumhuriyet yazarlığım kadar gönendirmedi. Gazetemizde bir yıl kadar sayfalar arasında dolanan yazılarım bir süre sonra ‘Görüş’ üst başlığıyla bulmaca sayfasına yerleşti, sonunda da ‘PANO’ adıyla düzenli köşe yazılarına dönüştü.


Bir gazete yazarının en temel gereksinimi hiç kuşkusuz ki düşüncelerini dilediğince açıklayabilme, yazıya dökebilme özgürlüğüdür. Sürekli elden ele geçen, belli ekonomik çıkar gruplarının medyadaki sesi olan gazetelerde çalışan meslektaşlarımın tersine, köşemde, kimi zaman okur tepkilerine de yol açan, çoğunluğun düşüncelerine aykırı düşen birçok yazımın yer almış olmasına rağmen bugüne kadar gazete yönetiminin hiçbir müdahalesiyle karşılaşmadım.

Hiçbir yazar dünyada olan biten her şeyin sırrına ermiş, her şeyi bilen, her soruna doğru çözüm önerileri sunan bir ‘allâme-i cihan’ değildir. Ne kadar özen gösterirse göstersin yanılgılar, yanlışlar her insan gibi bir yazar için de kaçınılmazdır. Fakat belirleyici olan, yazarın, düştüğü yanılgılarından, yaptığı yanlışlarından çok, onun bunlardan öğrenerek ‘doğru’yu bulma yolunda verdiği çabalardır. Cumhuriyet yazarı olmanın bir ayrıcalığı da, gazetesinin sağladığı özgürlük

ortamının yanı sıra okurları tarafından sürekli olarak araştırmaya, sorgulamaya, düşüncelerini gözden geçirmeye, yeniden üretmeye teşvik edilmesidir. Okuru, onun ‘doğru’yu bulmada en önemli destekçisidir.


12 yıl içinde okurlarımdan, -tümünü sakladığım-, büyük bölümü olumlu tepkilerden oluşan 1.957 mektup, e-posta iletisi, kısa mesaj aldım. Okurlarımın olumlu ya da olumsuz tepkileri yeni bilgiler edinmemde, düşüncelerimi pekiştirmem veya revize etmemde bana katkı sağladığı gibi yanlışlarımı düzeltmemde yardımcı oldu. Okurlarıma büyük teşekkür borçluyum.


Son aldığım okur mektubu 22 haziran 2008 tarihli; Sayın Ersan Uysal aynı tarihli ‘Yurtseverlik Üzerine’ başlıklı yazıma ilişkin olarak Nâzım Hikmet’in ‘Şeyh Bedrettin Destanı’na ek olarak yazdığı ‘Milli Gurur’ (1936) adlı kitapçıktaki sözlerini aktarmış.


“-Evet, biraz da MİLLÎ BİR GURUR duyuyorum. Tarihinde Bedrettin hareketi gibi bir destan söyleyebilmiş her milletin şuurlu proleteri bundan MİLLÎ BİR GURUR duyar. Evet, Bedrettin hareketi aynı zamanda benim millî gururumdur. MİLLÎ GURUR! Sözlerden ürkme! İki kelimenin yan yana gelmesi seni korkutmasın. Lenin’i hatırla. HANGİMİZ LENİN KADAR BEYNELMİLEL OLDUĞUMUZU İDDİA EDEBİLİRİZ? Lenin, yirminci asırda beynelmilel proleteryanın, dünya emekçi kitlelerinin, beynelmilel proleter demokrasisinin en büyük rehberi, 1914 senesinde ‘Sosyal Demokrat’ın 35’nci numarasında ne yazmıştı? (...) ‘…Biz şuurlu Rus proleterleri millî şuur duygusuna yabancı mıyız? Elbette hayır! Biz dilimizi ve yurdumuzu severiz, onun emekçi kitlelerini (yani nüfusunun 9/10'unu) şuurlu bir demokrat ve sosyalist yaşayışına yükseltebilmek için herkesten çok çalışan biziz. (...) ‘...Biz millî gurur duygusuyla meşbuuz (ağzına kadar dolu). Çünkü Rus milleti de beşeriyete yalnız büyük katliamların, sıra sıra darağaçlarının, sürgünlerin, büyük açlıkların, çarlara, pomesçiklere, kapitalistlere zilletle (alçakça) boyun eğişlerin numunelerini göstermekle kalmadı; hürriyet ve sosyalizm uğrunda büyük kavgalara girişebilmek istidadında olduğunu da ispat etti.’ “

Bir de düzeltisi var değerli okurumun; söz konusu yazımda iki ayrı kaynağa dayanarak Bernard Shaw’a mal ettiğim “Yurtseverlik alçakların son sığınağıdır!” sözü İngiliz düşünür ve oyun yazarı Samuel Johnson’a (1709-1784) aitmiş. Sayın Uysal, buna ilişkin olarak kendisinin dublaj yönetmenliğini yaptığı ‘Zafer Yolları’ adlı filmden orijinal diyalogları da göndermiş:

“Gen. Mireau: Now, who was this man?
Col. Dax: Samuel Johnson, sir.
Gen. Mireau: All right, now what did have to say about patriotism?
Gen. Dax: He said it was the last refuge of a scoundrel, sir. I am sorry, I meant nothing personal.”

Cumhuriyet yazarı olmanın ayrıcalığına bundan daha somut bir örnek olabilir mi?

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Bu ülkenin aydınlık yazarları size de Cumhuriyet'te yazmak yakışır!

ozan dedi ki...

Cumhuriyet, benim gözümde, çok önemli bir gazete. İdeolojik olarak; örneğin moderniteye bağlılık, bağımsızlık arzusu, yurtseverlik, Mustafa Kemal'i gerçek bir devrimci olarak almak ve tüm bunların yanında belli noktalarda farklı görüşlere yer vermesi ile çok önemli bir gazete, cumhuriyet.
Fakat benim için en önemli özelliği, gazetenin savunduğu fikirlerin benim fikirlerim ile paralel olması değil! Böyle olmasa dahi ben cumhuriyeti desteklemeye devam ederim.
Sebebini kısaca açıklarsam:
Örneğin, kısaca yakın geçmişte cumhuriyete yapılan saldırılara bakarsak, Hasan Cemal olayı ya da bir günlük Orhan Pamuk yönetimindeki radikal gazetesi manşeti, İlhan Selçuk'un, sıfat bulamadığım bir biçimde alınıp "sorgulanması", tüm bunların sadece cumhuriyet gazetesinin temsil ettiği cumhuriyetçi değerlere değil aynı zamanda gazetenin "bağımsız" duruşuna yapılan saldırılar olduğunu düşünüyorum. Ve bu sırf bu bağımsız duruşu ile, cumhuriyet gazetesi herhangi başka ideolojik bir duruşa sahip olsa da, her kesimce desteklenmesi gerekir: Holdinglerden, milyon dolarlardan, bunların karşılıklı ilişkide olduğu iktidar ilişkilerinden, ve sistemden bağımsızlığı nedeniyle.